|
Hogir AR (Ferhat Eripek) yaşam arayış belirsizlikler
|
YAŞAM ARAYIŞ BELİRSİZLİKLER
Birinci kapı;
Bir arayış içerinde olmak ve arayışın son bulması yaşla değil yaşanmışlık veya olgunlukla bağlantılıdır. Dünya insanlığın sonu getirilmeyen milyarlarca litrelik sperm akışıyla şiştikçe şişen ama bir türlü doğuramayan bir canlının rahatsız bulantısını yaşamaktadır. Bir anahtar ve binlerce kapı... Bu kapılar bütün yaşam alanlarının teknik, teknolojik ve beşeri olanın viral işgali altındadır. Burada ortaya çıkan obezite salgını Tümör Çağı'nın resmidir. Şişmanlık, varlığından doğan boşluğu besinle acizce doldurmaya çalışmak bunun mikro ölçüde bireyde yansımasıdır. Makro ölçüde ise varlığının abartılmış ama içi boş bir fenomen olan insanın bu acı gerçeği görmesine rağmen kaçışı olarak dünyayı kanserleşen bir hastalık gibi kaplamasıdır.
İkinci kapı;
Her yerde insanın varlığını olumlamak için iz bırakması, başarısız olduğu ve daima başarısız olmaya mecbur olduğu anlam arayışını örtbas etmek için yaptığı egosal bir mastürbasyondan öte bir şey değildir.
Üçüncü kapı;
Tapınılan bilim ve teknolojiden tutup , gizli bilimler adı altındaki maji ve okültizm uygulamalarını bile bütün bu "Neden?" sorusunu sonuna kadar götürülünce karşılaşılan boşluğa karşı insan denen et parçasının kendini arkasına sakladığı kalkanlar olarak görüyorum.
Dördüncü kapı;
Her yerde kurumlaşmak, teknik gelişim adı altındaki dijital köleleşme ve simülasyona bağlanmak, acizce çoğalma güdüsünü ileri sistemlerle kontrol altına alıp kendi çıkarı için kullanmaya çalışan kapalı kapılar altındaki bazı şirket patronlarının çıkarlarını beslemektedir.
Beşinci kapı;
Sosyal ağlar ve insanların teknolojiyle iletişimi, artık bakterilerle yarışacak hızda üreyen ve düzensizliğin felaket boyutlarında çürüyen zihinlerini uyuşturmaya çalışan yeni nesilin son sığınağı olmuştur. Yeni nesil tamamen dijital kimliklerle uyuşturulan ve sosyal ağlarda kendi hiçliğini örtbas edip var olduğunu kanıtlamaya çalışan simülasyonlara dönmüştür.
Altıncı kapı ;
Zaman ilerledikçe ve sözde modernlik arttıkça şuursuzlaşan atmosfer beyniyle birlikte dijital ve fiziksel üreme, kurumlaşma hastalığı her yere sıçramıştır. Dünya artık tedavisi imkansız biçimde metastaza yakalanan ve kesilip atılmaktan başka çaresi bulunmayan bir organ gibidir. Bütün savaşlar, çatışmalar, nefret,kin, kibir ve elbette cinsel dürtülerin zıvanadan çıkması bu fenomenolojik çoğalma olgusunun akıl almaz boyutlarda insanlığı kanserleştirmesinin sonuçlarıdır.
Yedinci kapı ;
Tüm bunlara rağmen hala ve hala kendi varlığını ve yaşamı olumlama gafletine düşen yeni nesil et parçalarının varlığını görmek, insanlığın nasıl da felaket bir çoğalma ve var olma, şişmanlama, genişleme ve her yere etini değidirip kirletme dürtüsüyle vahim biçimde çarpıldığını göstermektedir.
Sekizinci kapı;
Dışarıdan bütün etkileşimlere izole edilmiş kapalı bir kapta denge durumunda olan bir gaz karışımı bile en ufak bir sıcaklık artışında dahi ani düzensizlik semptomları gösterecek, sistemin dengesi bozulacak ve moleküller kabın duvarına hızla çarpmaya başlayacaktır.
İşte dünya denen kap çatırdamakta olmasına rağmen dijital simülasyon ürünleriyle, medyayla, sosyal ağlarla, tüm dünyada cinselliğin uyuşturucu etkisinin pompalanmasıyla ve yeni nesili budalaca bir kibirle saldırganlaştıran şirketleşme ve kurumlaşma yapısıyla insanlık bulunduğu kabın nasıl bir pislik içinde olduğunu unutmakta, unutturulmaktadır. Kibir ve cinsellik, bir de simülasyona bağlanan zihnin yönlendirilmesiyle metastazdan payını alan, kasasında ömrü boyunca bir daha hiç çalışmadan da olsa yaşamını idame ettirecek parası olan şirket patronlarının karına olmaktadır.
Dokuzuncu kapı;
Kanserleşmeyi, kibiri, çalıştığı alanı kendi üzerine tekelleştirmeyi ve agresif çoğalmayı varolmanın olumlamasıyla eşdeğer tutan, en önemlisi de vasıflarıyla kendini "değerli" bir birey sanan, sandırılan bu bilinçsiz körleşmiş insanlığa eklenen her yeni birey, ileride yaşanacak olan topyekün robotik köleleşmeyi besleyecek yeni yakıt kaynakları olacaktır.
Henüz onuncu kapıyı çalmadım, ve dokuzuncu kapının sonunda Carl Rogers'in
"Eğer hakikat diye bişi varsa, bu özgür bireysel arayış süreci, birgün onunla bir araya gelecek" sözüyle kapıyı kapatıyorum..
HOGİR AR (Ferhat Eripek)
|
KAHRAMAN OSSİA her şeye rağmen |
güleç
eskilerden biri gibi olduk kimileri için
yıllar sonra bak buda, diye anlatılmayacağız mesela
bir evi duvarını bize vermeyecekler
artık bitti o zulada saklanan fotoğrafların masumiyeti
sandıklardan çıkan allı pullu çeyizler misali |
Kahraman OSSİA pasaklı inciler |
gizli ve bir güne saklanmış gülüşler
bir yaz hatırası olarak kaldı gülüşümüz
mevsim geçtiğinde terk edilen kumsal misali
yalnız ve sesli
hayatımıza düşen son cemre
yakılan onca ateşin ve söylenen şarkıların emaresiymiş
kışın ikindi vaktinde
yediğimiz yağmurlardan çok sonra anladık
kamil
|
Sercan GÖKAY CELEP teslimiyet
DAHA NE OLSUN Yalan dünyaya acılar inerken doğmuşum, kışa yakın Kiminin dilinde kiralık yaşarken sözler Yorulan seslerin arasında susuyorum yalnız Eski günlere yeni bir şiir sığdırmak niyetim Kar yağmış duygulara sevgiyle bakıyorum On küfür biliyorum ikisi İngilizce İyileşmeyen yaralarım var Derdine yandığım onlarca türkü Matematiğim hiç iyi değildir Lakin bir üçgen bir kare çizebilirim Dikdörtgen bir mezar düşer payıma Deniz kenarında umudum var biraz sisli Yollarda yarım yamalak bir hayat Sayılarla hiç aram yok zararıma çalışırlar Bolu da baharlar yaşadım kederli çiçek Ankara’da kalmış kışım kim bilecek Yıkılmaya yüz tutmuş duvarlarım Hiçbir şey istediğim gibi olmuyor Veda edemediğim ayrılıklar bavulumda Günlerim biraz Salı biraz Cuma biraz Pazar Kalamış’ta bulunduğum için uyutulan balıklar Yarısı yaşanmamış bir ömrüm var Hayat boyu ayın son günüyüm Hayaller ekerim sarı başaklara Şehirler sınırımdır çıkamam Dağlarda gençleşir bedenim Yârim güneşe göz ucuyla baktığım toprak Uyku en büyük hazinemdir Yatak burcu olmalıyım Çok arkadaşım yok büyük fikirler için Oyuncak harflerin izdihamı ruhumda Gönlüm bu dünyaya fazla Yolculuğum sıkıdır satırlar boyu Sevginin her tarafa dağıldığı bir gökyüzü hayalim Yalnızlık en sıkı misafirimdir Öl manzarası bir geçmişe dönük yüzüm Perdelerin yalanına kanmaz gözlerim Kirpiklerim uzundur özlemekten Hasretin kıblesi yüreğim Güneşim adalet istiyor bulutlar devrim Dünya birleşse bir renk etmez gülüşümde Harflerim çoktur ve dostlarım az Sessizlik en eski alışkanlığımdır Gece benim mezarımdır yeri belirsiz Zaman önüme düşer Yara içime Yaşıyorum serçe kanadındaki özgürlüğü severek Rıdvan YILDIZ
|
Ay Işığına Övgü
Tık Tık Tık! Beynimi meşgul eden bir geri sayım. Saatin sarkacı her vurduğunda kulaklarıma irkiliyorum usulca. Soru işaretleri her yanda. Ne zaman bir nokta görsem ressam ruhumun siyah boyası sağ olsun soru işaretine çeviriyor noktaları. Duvarlar var etrafımda. Kirlenmiş, sararmış ve yapayalnız. Dört tarafı çevriliyken insan yalnızlıktan yakınır. Duvarların ağıtlarını kimse duymaz bile. 3 duvar arasında yalnızlığı ile duvarlar...
Şövalem karşımda dimdik duruyor. Yarım kalmış tuvalim onca fırça darbesiyle yorgun düşmüş. Odamın tek penceresinden Ay ile göz göze geliyorum. Anlat kendini bana, saçtıklarınla ortaya bir bir öreceğim gökyüzünü diyor. Anlattıkça inci taneleri dökülüyor zemine. Tak Tak Tak! Yere çarparken taneler her bir yıldız daha da parlaklaşıyor merceğimde. Bulanıklığımın netliğinde seni görüyorum. İçim yanıyor, harlanıyor acılarım.
Gülümsüyorum. Mutlu musun? Diyor Ay. Dudaklarıma aldanma diyorum usulca. Dudaklar aklın yalancısı. Kalbimi gösteriyorum suda yeni renginden arınmış fırçamla. Burada, burada! diyorum. Meraklanıyor, Ne var orda diyor. Boş bir tuval! Gönlüme davet ettiklerim vurur fırçasını. Yıllar boyunca bilmezdim tuvale çizdikleri yetmez gibi silebilirmiş insanoğlu. Geçenlerden kalanı silmişti mesela öylesine bir şeyi: "Beni"
|
Kahraman OSSİA ah u zar |
Ay ışığı vuruyor yüzüme. Dalların gölgesi düğüm düğüm olmuş yüzüme düşüyor. Çözmek bana kalıyor yine. Fırça, boya orda çizsene kendini. Cesaretim yok diyorum usulca. Ne kadar oldu almayalı elime fırçayı sahi? Ne kadar oldu gülmeyeli? Tuvaline bak diyor Ay ışığı. Onca rengin arasında bembeyaz silüet bana göz kırpıyor. Kendimle göz göze geliyorum. Gözyaşları tuvali ıslatmaya başlıyor. Renkler akıyor yavaşça birbirine. Ölümüne sevişiyor renkler o beyazlıkta. Yağmur sonrası toprak kokusunu arayan ruhum; bu sefer gözyaşlarımın ıslattığı renklerin yeşerttiği lavantaların kokusu ile hasret gideriyor. Onca zamandan sonra alıyorum elime fırçayı. Doya doya sürüklüyorum renk cümbüşünü. Kendimi baştan var ediyorum ruhumda. Ay ışığı dile geliyor yine:" Bak sen şu işe, gözyaşların yeşertti seni yeniden. Ağlamaktan korkma evladım! İçindeki çiçekleri sula ki daha gür bitsin bahçende." Gülümsüyorum. Mutlu musun? Diyor Ay. Evet diyorum. Ay ışığı fısıldıyor geceye, dudaklar aklın yalancısı aldanma! Geçmişten bir arkadaşın yadigârına saygımdan söylemek düşer bana. Aklımda bir soru beliriyor birden: Neden gülmüyoruz sahiden ,kalpten? Başka zaman anlatırım diyor Ay. Güneş kapımda bekçi duymasın şimdi. Geceleri uykunu kaçıran şeyler sabahları misafirin olmasın... Gülümsüyorum veda ederken Ay ışığına derin bir mutsuzlukla.
Elif Sude Atmaca
|
Gözde YÜKSEL yıkım |
şapkasız harflerimizle – gölgeleri
takip ettiğimiz vakitlerde – ellerimizi
bir başkasının eliyle koruduk:
(Kırmızı - yeşil – Sarı
dişlerimizin kırıklarıyla izi
takip ediyor) Tarihleri unuttuk
kötü aksağanımızla – dilbilmezdik
ve yukarı
ve aşağı
ve aşağı
|
Umut KAMBAK gülmemek |
ve yukarı
ve adımlar
ve hamamböcekleri
en terlemiş saatlerinde.
Tenler renk değiştirirken
tozların arasında (belki zamanın
belki çözümlemelerin
nokta olarak kaldığı vaktin
gülümsemek nedir, sorularının
etrafında) ölmüş akılların gülümseyişini
nerede hatırlarız? Neden gülemiyoruz
‘un arkasında.
Batuhan ÇAĞLAYAN / katılmadığım söylem
Yorumlar
Yorum Gönder