ÇOCUKLUK OYUNLARI



YAKAR TOP


İstanbul 1999 depreminden sonra Edirne ‘ nin Pehlivanköy ilçesine yerleşmiştik. O zamanlar uzun çayırları olan bir ilçede yaşamak biz çocuklara çok etkileri olmuştu. Geniş top oynama sahaları ve uçurtmaların tellere takılmadığı alanlarda özgürce dilediğimizce oyunlarımızı oynuyorduk. Kimse sesiniz çok çıkıyor burda oynamayın demiyordu. Şeytan uçurtmaları gökleri deliyor . Çimenliklerde dilediğimiz gibi koşuyorduk . Bu rüya dört sene sürdü. Tekrar İstanbul’a dönüş vakti geldi. Trene binip tüm çocukluğumu bırakmış gibi hissediyor aynı zamanda yeniden İstanbul’a gelmenin heyecanını yaşıyordum. Nereye gidersen oranın oyunlarına adapte olmak zorundasın. Nitekim de öyle oldu çimenlerin yerini taş yollar toprağın yerini plastik parklar aldı. Uçurtma bir hayal oldu. Yerini miskete ve alman oyununa bıraktı. Okul bahçelerinde taşlardan yapılmış kalelerde çocukluğumuzu yaşar hale geldik . 



Dinçer İşgel / isimsiz


Bunlar da çok müthişlerdi tabi. Ama anlatmak istediğim şey insanın yeri ve yurdu değişince oyunları da değiştiği. Bu sosyolojik travmaya adapte olma durumu. Travma diyorum çünkü her oyun aslında bir adaptasyon sürecidir. Şimdilerde oyunlar artık ne çimenli alanlarda ne gökte uçan uçurtmalarda ne de okul bahçelerinde geçiyor. Hafıza oyunları başladı. Sanal dünyaya ait  çocukların oyunları. Somutluğun ortadan kalktığı soyutluğun başladığı sosyal travma. Kafaların gömülü olduğu tamamen kanın ve gözyaşının egemen olduğu oyunlarla baş başa kaldık . Bunlar bizim kör noktalarımız olma haline geldi . Umursamadan başımızı çevirip kim ne oynuyorsa oynasın şiarıyla yaşar hale geldik. Şimdi hepimiz farklı hayatların farklı oyunlarıyla baş başayız. 

En son ne zaman birisine benimle oynar mısın dedin hatırlıyor musun? 

                                        Büyüdük biz değil mi oyun  neyimize ?                                                 

Mehmet Şimşek





Dinçer İşgel / isimsiz


                                      

ZIR

Çocukluğumun bazı dönemleri Aras'ın kıyısında bir kasabada geçti. Herkes herkesi tanırdı. Hepi topu beş mahalleydik zaten. İkindi vakti oldu mu çocuğu, genci, yetişkini buluşmaya başlardı. Ancak bazı mahallelerin arasından dere geçerdi, onların buluşması zordu. Hiçbir engel tanımayan biz çocuklar ise bilirdik ki ikindi demek oyun vakti demek, arkadaşlarımızla aramızda ne varsa ortadan kaldırırdık. Kasabanın bütün çocukları toplaşır başlardık "zır' oynamaya. Zır oyunu için topla oynanan saklambaç demek hiç de yanlış olmayacaktır. Ancak inanın bana çok daha terletici bir oyundu zır! Bir ebe bir de topu atıcısı seçilirdi. Top atıcısı genelde topa en güçlü vuracak kişiler arasından seçilirdi. Çünkü ebenin topu geri getirme süresine kadar diğer oyuncuların saklanması gerekirdi. Top ne kadar uzağa giderse, saklanma süremiz o kadar artardı! Saklanmak demişken, tek bir noktada öyle hareketsizce saklanmazdık. Oradan oraya kaçışarak saklanırdık. Bir de bizim oralarda evlerin neredeyse hepsi avluya ve arka bahçeye sahipti. Misal bir evin arka bahçesine saklansak, ebenin geldiğini gördüğümüz an yan taraftaki evin bahçesine kaçıp yeniden saklanabilirdik. İlk yakalanan ebe olurdu ya da ebeden önce topa kim ulaşırsa, o kişi topu yeniden var gücüyle uzağa atardı ve ebe olan kişi yeniden ebe olurdu . 


Sercan Gökay Celep / körebe


Böyle böyle ilerlerdi oyun.
Anılarım arasında gezinirken o tatlı telaşe sarıyor yine bedenimi, alnımda damla damla ter hissiyatı, neredeyse bütün enerjimi tüketmişim ancak yine de bırakmıyorum oyun oynamayı. Ne de keyifliydi çocuk olmak! Düşünüyorum da şimdilerde bir çocuk olsam nerede oynardım zır oyununu? Çocukluğum el sallıyor, bahçe yerine yaptığımız garajın sıvaları arasından...

Rümeysa Toper  





Dinçer İşgel / isimsiz


DÖRT

Soğuk, yağmurlu ve sisli bir güne uyanmıştık. Ki bana kalırsa soğuk denecek kadar iç titreten bir havası yoktu fakat Duru için öyleydi. Onun son zamanlarda çok fazla üşüdüğünü söylesem yanılmış olmayacaktım. Çoğu insan bana inanmaz, bu yüzden içimde bir şeyleri söyledikçe büyüyen bir tedirginlik olacak ki, sizinle bir anımı paylaşacağım. 

Duru doğduğum günden bu yana her anıma tanıklık etti. Her heyecanı birlikte yaşadık ve her günü birlikte bitirdik. Bazen aynı anda uyanırdık. Onun uyandığını yüzüne vuran güneş ışığından anlayabilirdim ancak. Güneşin bulutun arkasına saklandığı günlerde sırf uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için yanına gider, yanağımı yanağına yaslardım. Sabah kahvaltılarımızı birlikte yapardık. Her kahvaltı sonunda mutlaka üzerinde bir damla çay lekesi bırakırdı. Sırf bunun için çoğu sabahımızı kavga ederek geçirdik.

Her sabah olduğu gibi o sabah da uyandım ve gözlerimi açar açmaz Duru’ya yönelttim. Uyanmış olduğunu yüzüne vuran güneş ışığından anladım. Fakat yüzünün birkaç yerini kaplamış beyaz, ipeğimsi ağlara şahit oldum, sesimin ulaşabildiği yere kadar seslendim.

-Duru yüzünde ağlar var, temizlemen gerekiyor! 

Umut Kambak / topu atan alır

Alamadığım cevap, yataktan kalkıp ona doğru yönelmeme sebep oldu. Birkaç adım attıktan sonra, vücudunda boylu boyunca yürüyerek yüzüne ulaşmaya çalışan bir örümcek gördüm. Geriye doğru irkildim ve bağırmaya başladım. Sesimin sert tınısından sebep olacak ki yüzünde ve vücudunda çatlaklar oluştu. Günler geçtikçe elimde olan yara bantları ile yüzü ve vücudundaki çatlakları kapatmaya çalıştım. Fakat, çatlaklarından içeri sızılan soğuk havaya engel olamadım. Duru, günlerce üşümeme sebep oldu. Üşüdükçe onun hayatıma kattığı sıcaklığı özledim.

Şimdilerde bu yüzden, içine dolan her hava yüzünden üşüdüğünü söylüyor. Ona inanıyorum. 

İnsanlar hayatlarında bir kez gerçek arkadaşa sahip olurlar. Benim arkadaşım siyah, soğuk ve çocukluğumdan beri hep yanımda.

Siz hiç,
Bir duvarla arkadaş oldunuz mu?

Elif Aksüt













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

``BELLEK``

*ABSÜRT

KAYIP DÜŞ KITASI