Hangi ? SALGIN


 


Salgın, Harp ve İstikbal

Bir zamanlar her şeyin kadri kıymeti zıddı ile bilinirdi. Hastalık, sağlığın yitimi olarak sağlığın kıymetini hatırlatırdı. Hatta hastalığa sufiler bazen yüksek bir soyutlama ile dert adını verirdi. Dert ile derman esasında Türk sufiliğini ve Türk düşüncesini anlamak için sıklıkla müracaat edilmesi gereken kilit kavramlardır. Dert ve derman deyince Niyazi-i Mısrî’nin şu meşhur öğüdünü hatırlamamak olmaz: “Derman ararken derdime derdim bana derman imiş.” Tarih boyunca dert, insana daima derman aratmıştır. Günümüz dertlerinin başında ise salgın hastalık belası gelmektedir. Salgın hastalıklar tarihte her daim zuhur edegelmiştir. Tevrat ve İncil’de cüzzam’dan bahsedilir. Kur’an-ı Kerim’de nifaktan bir hastalık olarak bahsedilir. Üstelik bu kesinlikle bulaşıcı bir hastalıktır. Cüzzama yol açan bakteri (mycobacterium laprae) 1873’te keşfedilinceye değin on binlerce can almıştı. Yine bir diğer bela “kara ölüm” lakaplı veba Ortaçağ’da Azrail’in işini oldukça zorlaştıran bir hastalık olarak uzun yıllar dert kaynağı olmuştu. “Tıbbın babası olarak anılan ve mantıklı ve yenilikçi tavsiyeleriyle bilinen Yunan hekim Hipokrat ile Antik Roma'nın en önemli hekimlerinden Bergamalı Galen, veba hastalığına karşı “derhal uzaklaşma ve mümkün olduğunca geç dönme” tavsiyesinde bulunmaktaydı. Veba 14. Yüzyılın ortalarından itibaren birçok dalga halinde Avrupa’yı kasıp kavurmuştu. Veba salgınında Avrupa nüfusunun üçte birinin yok olduğu tahmin edilmektedir. “12. ve 13. yüzyıllarda Venedik, Doğu ile ticaretin merkezi konumundaydı. Buğdaydan ipeğe, değerli taşlardan boyaya, baharat ve kumaşa kadar pek çok mal gemilerle Venedik'teki limana akıyordu. Ama Doğu'nun bu lüks mallarını getiren gemiler, fareleri ve veba gibi o bölgelerin egzotik hastalıklarını da taşıyordu. 1361'den 1528'e değin Venedik'te 22 salgın kaydedilmişti. 1468'den itibaren Venedikli yetkililer, kente gelen tüm gemilerin 6,5 km uzaktaki başka bir adada bir lagünde 40 gün bekletilmesi emri verdi. Tüm yolcu ve tayfanın gemiden inmesi, yüklerin boşaltılarak adanın ortasındaki depoya taşınması, sirke, kaynar su ve şifalı bitkilerin tütsüsü ile dezenfekte edilmesi gerekiyordu. Lazaretto Nuovo adıyla bilinen adadaki bu binalar, sadece Venediklileri değil kenti de korumak amacıyla Venedik Devleti tarafından yaptırılmıştı. Zira ticaretin sonu, kentin de ölümü olacaktı. Böylece Venedik Cumhuriyeti, dünyadaki ilk karantina sistemini kurumsallaştırmış oldu. Hastanın tecrid süresinin 30 günden 40 güne çıkarılması nedeniyle de 'Terentino' ismi 'Quarantino' ile değişmiş, böylece karantina kavramı insanlık tarihinin bir parçası haline gelmişti.[1]

Tarihçi Yval Noah Harari’ye bakılırsa son zamanlarda yaşadığımız Covid-19 salgını sonrası dünyanın istikbalde alabileceği iki form söz konusudur: Bunlardan biri milli bir izolasyon, ulus-devletlerin yeniden inşası ve surların yeniden kalın bir şekilde örülmesi yahut uluslararası işbirliği ve dayanışma ile bu derde derman bulunması. Ülkeler bu krizi ya totaliter, merkezileşmiş kontrol ve denetim ile ya da dayanışma ve yurttaşlara yetki devri yoluyla çözecektir. Harari, bunun bir sağlık krizinden ziyade siyasi bir kriz olduğunu belirtmiştir.[2] Aslında Harari’nin söylediği bu siyasi krizin sonu “ya diktatörlük ya liberalizm”in zaferiyle sonuçlanacaktı. Carl Schmitt’e göre “Liberalizmin özü pazarlıktır, diktatörlük ise tartışmanın zıddıdır. Daima olağanüstü bir durumun gerçekleşeceğini var saymak, kıyameti beklemektir.”[3] İngiltere Başbakanı Boris johnson “bu tıbbi olduğu kadar ekonomik bir harptir” açıklaması yaptı. Harp esnasında devletler asla şeffaf istatistikler yayınlamazlar. Bu, gayet yaygın bir harp tedbiridir. Nedeni gayet açık ve basittir: motivasyonun düşmemesi... Motivasyon ise maneviyat ve inançla ilişkilidir. Burada önemli olan istatistikler değil, bütün bunlar geçip gittiğinde kimse istatistikleri anımsamayacak esas mühim olan bu ekonomik ve tıbbi harp esnasında vatandaşlarını geçim derdi ile ölüm endişesi arasında tercih yapmak zorunda bırakmayan, ihtiyacı olan vatandaşlarına en temel geçim maddelerinde mali destek veren kurum ve devletlere olan güvenin doğal olarak artacağı, bunu yapmayanlara karşı duyulan güven ve bağlılığın ise azalacağı gerçeğidir. Bu bir harp olarak tanımlandığında “Bu harpte düşman virüs, salgın ve karamsarlık, cephedeki ordumuz sağlık teşkilatı, maddi silahlarımız tıptaki bilgi seviyemiz ve tıbbi teçhizat ve altyapımız, manevi silahımız bu zor günlerin de geçeceğine dair moral ve motivasyondur.

Yine Alman Başbakanı Angela Markel, “İkinci Dünya Harbi’nden beri en büyük krizle karşı karşıyayız” tespitinde bulundu. Dünya ülkelerinin bu ekonomik ve siyasi krizden çıkış stratejine dair üç yol tespit edilmiştir: 1- Aşı, 2- Virüse karşı belli sayıda insanın bağışıklık kazanması ve 3- toplumun davranış kalıplarını daimi olarak değiştirmesi.[4]

Kanaatime göre son seçenek en güç olanıdır. İnsanın davranış kalıplarını değiştirmesi diğer iki seçenekten çok daha zor ve oldukça uzun bir yolculuktur. Unutmayalım ki hastalığını inkâr edene şifa bulunmaz.

II. Dünya Harbi’nden beri karşılaştığımız en büyük kriz nedir? Ebetteki işsizlik. Salgın sonrası işsizlik oranları 1929 ekonomik buhranını mumla aratacak cinsten hale geldi. Liberal ekonominin hâkim olduğu dünyamızda dolaşım her şeydir. Dolaşım akamete uğrayınca çarklar yavaşladı, sistem durdu.

Salgın süresinde İspanya ve İtalya’daki hazin manzaralar Avrupa birliği ülkelerinin birbirlerine yardım götürmemesi, Avrupa Birliği çatısını çökertti. ABD’de karantina yasağına riayet etmeyen, seküler, özgür, müstakil Avrupalı gençlerin sorumsuzca davranarak Koronavirüs partisi düzenlemesi[5], İspanya’da, ordunun terk edilmiş huzurevlerinde kalan yaşlıları yataklarında ölü bulması[6] İtalya’da doktorların tıbbi teçhizat eksikliğinden ötürü genç hastaları yaşlılara yeğlemek zorunda kalması, İngiltere’nin ilk etapta hiçbir tedbir almayıp, toplumsal sürü bağışıklığı sistemine dayalı sosyal Darwinizm ilkesi ile ölen ölür kalan sahalar bizimdir anlayışını sürdürmesi gözlerimizin önünde yaşandı.

Mustafa Kemal Paşa, İstiklal Harbi'nde hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır demişti. Pandeminin bütün dünyaya sirayet ettiği şu meşum günlerde durum değişti. Bundan böyle sathı müdafaa değil hattı müdafaa söz konusudur. Daha doğrusu hattı müdafaa ile sathı müdafaa bir ve aynı şeydir. O satıh ise bütün bir dünyadır. Herkes kendi cephesini tahkim etmek, geleneksel kültürümüzün bizlere salık verdiği üzere kendi kapısının önünü süpürmekten mesuldur. Şu meşhur "kelebek etkisi"ni yaşarken tecrübe etme fırsatı bulduk, tâ Çin'in Wuhan şehrindeki virüs ulaşım ağının ve teknolojisinin hızla yayılması sayesinde 3 ay içinde Antartika hariç bütün dünyaya hızla yayıldı. Hâlihazırda yalnızca ilmi değil aynı zamanda virüsü de Çin'de bile olsa alabilir duruma geldik. Dünya değişiyor... Toplum ve millet olmak hiç bir zaman bu kadar mühim hale gelmemişti. Ferdi sorumluluğumuz ailemiz, giderek toplum ve milletimizi hatta bütün bir yerküreyi etkileyebilecek o kırılgan noktaya vasıl oldu. Artık yalnızca 1+1 dairelerimizde yalıtılmış birer ekonomik özne değil, dünya denen devasa bir bütünün parçasıyız. Kelebek etkisi Çin'den 3 ayda Türkiye'nin köşe bucağına sirayet edebiliyorsa, bizim kendi coğrafyamızdaki sorumlu yahut sorumsuz davranışlarımızın etkisi daha çabuk hissedilecektir...


Sercan GÖKAY CELEP 2020


Amerika’da koronavirüs partisi düzenleyen gençlerin ölmelerinden endişe ettiği ihtiyar anne ve babaları yahut dede ve neneleri yok değil, ama onların hayatı kendi özgürlüklerinden daha önemsiz görülüyor... Çağımıza damgasını vuran 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin "özgürlük/indipendence" kavramı ile 1789 Fransız İhtilali'nin "liberte" ilkesi Avrupa'yı salgın ile mücadelede çaresiz bırakmış durumda... Çin’in otoriter tedbirleri olağanüstü halde daha etkin bir çözüm yolu sunarak salgını durdurabildi. İstibdat ile hürriyet mutlak kavramlar değildir. Olağan halde elbette hürriyet önemlidir, ama olağanüstü hallerde istibdat, özellikle insan hayatı ve toplum sağlığı söz konusu olduğunda daha etkin çözümler sunabilir... 19. Yüzyıldan günümüze damga vuran modern Avrupa medeniyetinin salgın karnesi: “Bize kadar hürriyet, bize kadar medeniyet, bize kadar refah, bize kadar barış ve istikrar, "bize kadar evrensel insan hakları", bize kadar eşitlik ve kardeşlik, bize kadar hukuk. Biz'im dışımızda kalanlar ne halt ederse etsin, bize dokunmayan bela bin yıl yaşasın.” oldu. Carl Schmitt’in deyişiyle “modern devlet, gerçekten Max Weber'in onda gördüğü şeye dönüşmüş gibidir: Büyük bir fabrika’ya…[7]


Liberalizm, kapitalizm ve sermaye sahipleri âdeti ve ilkesi olduğu üzere kâr, fayda ve rasyonalite çerçevesinde hareket ediyor. İhtiyar ile genç arasında tercih yapmak zorunda kaldığında işgücüne katkıda bulunabilecek genci ihtiyara önceliyor. Herkesin eşitliği genç ve üretim kapasitesi yüksek öznelerin daha da eşit olmasına çoktan evrilmiş durumda. Medeni Avrupa bundan böyle insan hakları dediğinde genç ve üretim sürecine katkıda bulunan insanların haklarını kastediyor olacak. 19. yüzyılda atılan temeller çoktan yıkıldı, artık Avrupalı devletlerin medeniyet ithalinin sonuna geldik... Buradan şu sonucu çıkarıyoruz: kapitalizm ve sermayenin vefa ilkesi ve vicdanı yoktur. Sadece ve sadece çıkarları vardır. İngiltere’de Endüstri devriminin patlak vermesiyle demiryolları, gemi teknolojisinin olağanüstü seviyeye çıkışı, standart ve seri üretimin geleneksel el emeği üretimi ve tarımı tedricen sekteye uğratması ile imal edilen mamül fazlasının bütün dünyada süratlice dolaşımı kar ve sermayenin bir avuç insanın elinde temerküzünü mümkün kılmakla kalmamış küreselleşen dünyayı virüslerin dolaşımına açık ve kırılgan hale getirmiştir. Küresel kapitalizmin zaaf noktası açığa çıktı: salgın hastalık. Gözle görülemeyecek denli ufak bir virüs bütün bir küresel kapitalizmi çökertti. Zalim Nemrut’u alaşağı eden sinek kıssası gözlerimizin önünde tekerrür ediyor... Avrupa tufan esnasında gemiye gençleri almaya karar verdi... İhtiyarlar filikalara bindirilip okyanusun insafına terk edildi... Ötesinin olmadığı bir dünyanın hazin manzaralarına şahit olduk.

Türkiye’nin bütün bir yer küreyi saran bu salgın hastalıkla harbi, sağlık altyapısının gelişmiş olması ve hijyenin Türk kültür ve medeniyetinin tabii bir parçası olması sayesinde, ufak-tefek idari aksaklıklar göz ardı edilirse, oldukça başarılı bir şekilde seyretmiştir. Eve ve mabede ayakkabı ile girmemekten tutalım da, kolonya ile kurmuş olduğumuz münasebet, hanelerimizin temizliğine özellikle annelerimiz tarafından gösterilen geleneksel azami özen ve dikkat salgının ülkemizde nispeten başarılı bir şekilde kontrol almasını mümkün kılmıştır. Sosyal mesafe kuralına uyma konusundaki nispi başarısızlığımız ve maişetini temin etmek uğruna dışarıya çıkmak zorunda kalan insanlar kontrollü bir şekilde sürü bağışıklığının oluşmasını mümkün kılmıştır


Umut KAMBAK - Kahin'in VAZOSU 2020


Peki bundan sonra ne olacak? Yanıtlanması en güç soru budur. Matrix’te Kâhin Neo’ya “vazo için sakın endişelenme” der, Neo “hangi vazo deyip sağa sola bakarken vazoyu devirir ve kırar. Kâhin bunun üzerine işte o vazo der. Neo, özür diler ve Kâhin, “sana endişelenmemeni söylemiştim.” der. Şaşkın durumdaki Neo, bunun üzerine “peki benim vazoyu kıracağımı nereden bildiniz?” diye sorunca Kâhin “esas soru şu: ben sana bir şey söylemeseydim, onu yine kıracak mıydın?...” Amerikan Hollywood merkezli Netflix’i evlerimize giren bir kâhin olarak değerlendirirsek son zamanlarda çekilen filmler Platform, The Walking Death, Black Mirror, Snowpiercer, I am Legend türünden dünyanın sonunun gelişi ve insanın bu çetin şartlar altında hayatta kalma macerasını konu alan filmler teknik ve teknolojinin geleneksel insanî yaşamı ve hürriyetini giderek tehdit etmekle kalmayıp ortadan kaldıracağı yönünde distopik manzaraların konu alması bakımından kâhinin vazoyu işaretini andırmaktadır. İnsanın karakteri kaderidir der Herakleitos üstadımız. Karakterimiz insan varlığını ortadan kaldırıp yapay zeka algoritmaları ve matrix bağlanmamız ve neticede tümden edilgen, bitkisel hayatta canlılar olarak varlığımızı devam ettirmemize doğru da yönelebilir, bunca imkanı Thomas More’un Ütopyası’ndaki gibi bunca imkanı bu dünya denen ada’yı cennete çevirmemize doğru da…

Gelecek henüz belirlenmemiştir, onu belirleyip yönlendirecek olan insan varolduğundan beri içinde devam edegelen iyi ile kötünün harbi neticesinde hangisinin galebe çalacağı olacaktır…

Ferdi  ERTEKİN    06.05.2020

[3] Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, Çev: Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi, Ankara 2005, s. 66

[7] Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat, Çev: Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi, Ankara 2005, s. 68. 





Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

``BELLEK``

*ABSÜRT

KAYIP DÜŞ KITASI